Tarihten Günümüze İngiltere’nin Ortadoğu Politikası

2691

İngiltere özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra dönemin küresel gücü olarak ortaya çıkmış ve “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” deyimini hak etmek için dünyanın dört bir tarafında imparatorluk bayrağını askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel gücünü kullanarak dalgalandırmayı başarmıştır. Dünya genelini göz önüne aldığımızda ise sahip olduğu jeopolitik ve jeo stratejik konumu sebebiyle küresel güç olma mücadelesi veren her büyük devlet gibi İngiltere’nin de, bu gücünü de yoğun olarak üç kıtanın kesiştiği, dünyanın en önemli su geçiş yollarına ve enerji kaynaklarına sahip olan “Ortadoğu”  bölgesinde kullandığını görmekteyiz. Tarih boyunca çeşitli uygarlıkların ve devletlerin sahne aldığı, birçok etnik, dini ve mezhebi grubun bir arada var olmaya çalıştığı ama bir birliğin, birlikteliğin sağlanamadığı, çatışmaların hiç tükenmediği ve dolayısıyla da sınırların hiçbir dönemde kesinlik kazanamadığı bölgenin adıdır Orta Doğu.

Haritaya bakıldığında, bu coğrafyada yer alan her bir devletin sınırı masa başı çalışmalarla adeta cetvelle çizilmiş gibi görünüyor olsa da, aslında sömürgeci güçler ki; -bunların başında da Birleşik Krallık gelmektedir- o çizgileri çizebilmek için, Orta Doğu coğrafyasının insanını zaman zaman yanına, zaman zaman da karşısına alarak kanlı mücadeleler yürütmüştür. Orta Doğu coğrafyası, özellikle sanayi devrimin rüzgarıyla finans ve ticaret alanlarında atağa kalkan Birleşik Krallık için eşsiz nimetlerle doluydu ve İngiltere bu coğrafyadaki siyasi ve ekonomik çıkarlarını koruyabilmek için sahip olduğu yumuşak gücünü ve gerektiğinde de sert gücünü kullanmaktan çekinmemiştir. Bu makalede 1750’li yıllarda başlayan Sanayi Devrimi’nden itibaren İngiltere’nin küresel bir güç olarak ortaya çıkışı ve bu bağlamda sömürgecilik faaliyetleri kapsamında Orta Doğu’ya yönelimi, iş başında olan zamanın hükümetlerinin devlet politikası olarak ele aldıkları siyasi hedefler, bu hedeflere ulaşmak için ortaya koydukları mücadeleler ve o yıllardan günümüze dek bu politikaların Orta Doğu üzerindeki etkileri ele alınmıştır.

Orta Doğu Kavramının Ortaya Çıkması ve Yaygınlaşması

Orta Doğu kavramını ilk defa Amerikan deniz tarihçisi ve stratejisti Alfred Thayer Mahan 1902’de National Review’de yayınlanan The Persian Gulf and International Relations başlıklı yazısında, Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmıştır.[1]

Alfred Thayer Mahan

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’deki Coğrafi Adlar Daimi Komisyonu (Permenant Commission on Geographical Names), İstanbul Boğazı’ndan Hindistan’ın doğu kıyılarına kadar uzanan bölgeyi “Ortadoğu” olarak isimlendirmiştir.[2]

Ortadoğu Sorununun Ortaya Çıkışı

Orta Doğu olarak adlandırılan bölge, stratejik konumu ve yer altı zenginlikleri dolayısıyla tarih boyunca büyük devletlerin ilgisini çekmiş; dolayısıyla da bölge zenginliklerine tek başına sahip olmak isteyen güçlerin çıkar mücadelesine sahne olmuştur. Bu mücadele 1815 yılında düzenlenen Viyana Kongresi esnasında Çar Alexandre tarafından Şark Meselesi olarak adlandırılmış ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar da bu isimle anılmaya devam edilmiştir. Bu bölgeye sahip olmak isteyen emperyalist güçlerin başında İngiltere yer almaktadır.[3]

İngiltere’nin Dış Siyaset Hedefleri ve Politikası

19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren 1. Dünya Savaşına kadar küresel bir İmparatorluk olan İngiltere, bu gücünü korumak için kendisine büyük maliyet getirecek Avrupa içi savaşlardan kaçındı. İngiltere, küresel güç olma özelliğini imparatorluğu üzerinde inşa ettiği dört temel faktöre borçluydu:

  1. Sanayi Devriminin öncüsü olarak teknolojinin imkânlarını ekonomik gelişme için kullanma yeteneğine sahip olmak.
  2. Dünyanın her tarafındaki denizlerde üstünlük sağlayabilecek kapasitede büyük bir deniz gücüne sahip olmak.
  3. Stratejik ticari amaçlarla Ortadoğu (Aden, Mısır, Kıbrıs) ve Uzakdoğu (Hindistan, Singapur) işgal edilen bölgelerin yanında gözü doymaz İngiliz göçmenlerinin aracılığı ile imparatorluk topraklarına katılan Avustralya ve Kanada gibi bölgelerin İngiliz ekonomik ve siyasi sistemine entegre edilmesi ve son olarak
  4. Büyük miktarda ham madde ve yiyecek maddesini kendine çeken ve büyük miktarlarda demir, tekstil ürünleri ve mamul malları dışarı veren dev bir “körük” gibi çalışan ekonomisi ve bu ekonominin verdiği ticaret hacmi ve mali alanlardaki örgütlenme yeteneği.[4]

İngiltere adası, her ne kadar genişse de barındırdığı nüfusa yetecek kadar “mahsul” üretemediğinden halkın yiyecek ihtiyacını karşılamak, diğer taraftan sanayi için gerekli olan ham maddeyi ucuza temin etmek, öte yandan sanayi ürünlerinin fazlasını yüksek karla satıp faydalanmak için dış pazara ihtiyacı vardı. Kısacası İngiltere’yi yaşatan sömürge ve dış pazardı. Büyüyen nüfusun ortaya çıkarabileceği problemleri ortadan kaldırmak için yeni topraklar bulmak gerekiyordu.[5]

İngiltere’nin Ortadoğu Politikasının Amaçları

18. yüzyılda başlayan Asya çalışmalarıyla bölge mercek altına alınmış kültürü, dili ve dini antropo­loji bilimiyle incelenmiştir. Araplar ve İslam’ın örgütlü bir biçimde incelenmesi, öğretilmesi ve varılan sonuçları bir kuşaktan diğerine iletebilecek kurumların oluşturulması ise daha sonra başladı. 1910’da Avam Kamarası’nda Ar­thur James Balfour’un konuşmasındaki şu sözleri Batı’nın Doğu algısını göstermektedir: “Doğulu ulusların tarihine bir bakın, kendi kendini yönetim konusunda hiçbir ize rastlamazsınız. Bizim işimiz yönetmekse, minnettarlık görsek de görmesek de, onlara sağladığımız nimetler hakkında bir fikirleri olsa da olmasa da yönetmek görevimiz.”[6]

Ar­thur James Balfour

İngiltere 1750’lerden itibaren başlayan Sanayi Devriminin ardından Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini geliştirmeye başladı. İngiltere’nin bu çabasının sebebi; Amerika’daki kolonilerinin çoğunu kaybetmiş olması ve Osmanlı Devleti’nin coğrafyasından kaynaklanan stratejik durumun ve ekonomik potansiyelin kendine yetecek kadar olmasıydı.[7]

Ayrıca 1763 yılından sonra, İngiliz Hint Kumpanyasının çok sayıda küçük sultanlıklar ve mihracelikler halinde bulunan Hindistan topraklarının bazı bölgelerini savaş ile bazı bölgelerini ise doğrudan kendi yönetimi altına alması üzerine, İngiliz hükümeti 18. Yüzyılın sonlarına doğru İngiliz tacını temsil eden bir Genel Vali yollamıştır.[8]

Bu noktadan hareketle, İngilizlerin Ortadoğu’yla olan bağlantıları Hindistan’ı işgal etmelerinin doğal bir sonucuydu. Hint sömürgelerine yönelecek muhtemel saldırılara set çekebilmek amacıyla Büyük Britanya hükümeti Hindistan’a açılan tüm ulaşım yollarını denetimi altında tutmayı en önemli dış politika ilkelerinden biri olarak benimsemişti. Osmanlı ülkesi coğrafi açıdan, Avrupa için Asya’ya açılan bir köprü durumunda olduğundan dolayı, Londra, Rus saldırıları karşısında Türkleri korumak ve kollamak zorunluluğunu taşımaktaydı.[9]

Ayrıca Orta Doğu, İngiltere’nin Uzak Doğu’daki sömürgeleriyle bağlantısını sağlayan en kısa yolların geçtiği yerdi. Dolayısıyla 19. yüzyılda İngiliz Dış Politikası tamamen Afrika ile Orta ve Uzak Doğu’daki gelişmelere endekslenmiş ve İngiliz dış siyasetinin esasını; “Sömürgeleriyle bu sömürgelere giden yolların güvenliğinin sağlanması” oluşturmuştu.

Bu sebepler nedeniyle İngiltere, 1791 yılından 1878’e kadar Rusya’nın, Avrupa’nın en büyük devleti olmasını engellemek amacıyla Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikası izlemiştir. Osmanlı Devleti’nin 1878’den sonra iyice zayıflamasıyla İngiltere bu politikasını değiştirmiş ve kendi eliyle Osmanlı Devleti’ni yıkıp onun toprakları üzerinde kendisine yakın ve İngiltere’nin çıkarlarını gözetebilecek küçük devletler kurulmasının sağlanması politikasını başlatmıştır.[10]

İngiltere’nin Ortadoğu’da İzlediği İşgal ve İlhak Politikası

İngiltere, Berlin Anlaşması’nın yapıldığı 1878 tarihine kadar Orta Doğu’daki çıkarlarını koruyabilmek için, bölgenin, rakibi olan Fransa, Rusya ve Almanya gibi büyük devletlerin eline geçmesindense, eski ihtişamını yitirmiş Osmanlı Devleti’nin topraklarında kalmasını tercih etmiştir.[11]

1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması ile Mısır’ın olağanüstü bir önem kazanması ve stratejik yolların ağırlığının Doğu Akdeniz’e inmesi[12] ve 1878’de Osmanlı Devleti ile Ruslar arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nı değiştirmek amacıyla aynı yıl düzenlenen Berlin Kongresi sonucunda İngilizler, artık Osmanlı Devleti’nin yaşamasının mümkün olmadığı kanaatine varmışlardır. Bu minvalde Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması politikasını terk ederek 1878’de Kıbrıs’ı işgal ettiler.[13]

Devam eden süreçte İngilizler, dış politikalarında Arap kartını da oynamaya başlamışlardı. Bir taraftan Arap gazetelerinde Arap hilafeti propagandaları yaparlarken, diğer taraftan Arap halkını Osmanlı vesayetinde kurtulmaya çağırıyorlardı. İngiliz gazetesi Standard, 6 milyon Müslüman tebaası olan İngiltere’nin, Müslümanların kutsal kentlerine de sahip olması gerektiğini yazıyordu.[14]

İngiltere’de 1880 yılında Gladstone hükümetinin iktidara gelmesiyle bu politika değişikliği daha belirgin hale gelmiş olup; bunun en önemli kanıtı da İngiltere’nin 1882 yılında Mısır’ı işgal etmesidir. Mısır’ın on yıllar boyunca ekonomisine çekidüzen verilmesine imkân sağlayan, ülkenin siyasal liderliğinin oluşmasında büyük etkisi olan ve 20. yüzyılın ilk yarısında Mısır ve İngiliz politikalarını etkileyen anti-emperyalist milliyetçi hareketin odak noktasıdır. İngiltere’nin işgaline uğrayan Mısır yeni Arap edebiyatının da merkezi hâline geldi ve Arap edebiyatı Osmanlı dünyasının Ara­pça konuşan diğer bölgelerine Kahire’den yayıldı. Böylece Arap edebiyatının seçkinleri arasında dile dayalı bir millî uyanış yaşandı.[15]

1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile İngiltere’nin karşı saflarda yer alması üzerine, her ne kadar İngiliz işgali altında olsa da o güne dek resmi olarak Osmanlı Devleti toprağı sayılan Mısır’da İngiltere manda ilan ederek bu resmiyete de son vermiştir.[16] Daha sonra Doğu Anadolu’daki Ermenileri destekleyerek orada bağımsız bir Ermeni devletinin kurulmasına öncülük etti. I. Dünya Savaşı yaklaştıkça Arapları da kışkırtarak kendi himayesinde bağımsız bir Arap Krallığı kurulması için çalıştı.[17]

1882–1914 yılları arasında İngiltere, Orta Doğuya hâkim olabilmek için yer yer Ermeni, Kürt, Arap ayrılıkçı hareketlerine ve Yezidi başkaldırılarına destek vermiş, onlara her türlü imkânı sağlamıştır. Ayrıca milliyetçilik duygularını körükleyerek Osmanlı hâkimiyetini ortadan kaldırmak için sistemli bir şekilde çalışmıştır. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak bölgede pek çok misyoner, diplomat, uzman ve din adamı faaliyet göstererek, bölgede meydana gelen değişmelerin İngiliz hükümetinin izlediği politikaya uygun hale getirme amacını gütmüşlerdir.[18]

İkinci Balkan Savaşının sürmekte olduğu günlerde Osmanlı Devleti Katar’ın ve Bahreyn’in bağımsızlığını tanımış ve Kuveyt üzerindeki haklarından vazgeçmiştir. Böylece Osmanlı Devleti resmen Basra Körfezi ve çevresindeki İngiliz varlığını tanımıştır. İngiltere, Orta Doğu’da ilk petrol imtiyazlarına sahip ülkedir. 1908 yılında Anglo-Persian Company’nin kurulmasıyla birlikte bölgede ilk petrol çıkarma faaliyetlerine başlayan ve deniz kuvvetlerinin de desteğiyle bölgeyi askeri ve stratejik olarak domine eden ilk güç olmuştur.[19]

Bu vesileyle Ortadoğu bölgesinden Avrupa’ya petrol ihracatı için ilk girişimde bulunan ülke de İngiltere olmuştur. Anglo-Persian Company ile de günümüzün önemli enerji şirketlerinden bir tanesi olan British Petrolium’un (BP) temelleri atılmıştır. Anglo-Pers Petrol Şirketinin kurulmasındaki ve İngiliz Hükümeti tarafından desteklenmesindeki temel neden İngiliz Donanmasının gemilerinde enerji kaynağı olarak kömürden petrole geçilmiş olmasıdır.[20]

Bu sürecin bir devamı olarak 1912 yılında da Londra’da Hollanda-İngiliz ortaklığı Royal Dutch-Shell grubuna ait olan Turkish Petroleum Company adlı bir şirket kurulmuştur.[21] Bu şirketin %50 oranında hissedarı olan şirket de salt İngiltere’nin ekonomik ve politik çıkarlarına yönelik olarak kurulmuş olan Turkish National Bank’a aittir.[22]

Bu şirket Osmanlı idaresinden Musul eyaletinde ve diğer bölgelerde petrol imtiyazı elde etmiş ve böylelikle İngilizler ve Almanlar Musul Petrol sahasına girebilme hakkı elde etmişlerdir. 1914 yılında Winston Churchill bu şirkete İngiliz Hükümetini de ortak ederek imtiyazın kontrolünü İngiltere’ye geçirmiştir. 1914 yılında ise Turkish Petroleum ile Anglo Persian ortak olmuş ve böylece hem İran, hem de Irak petrol imtiyazları İngiltere’nin kontrolüne geçmiştir.[23]

İngiltere’nin Ortadoğu’da İzlediği Din ve Kültür Politikası

Osmanlı ile imzaladığı kapitülasyon anlaşmasıyla geniş ticari ve iktisadi haklar kazanan İngiltere, Osmanlı Devleti üzerindeki ilk sanat politikasını uyguladı; yani, ticari sıfatla geldiği topraklara, siyasi sıfatla yerleşti.[24]

İngiltere özellikle “din ve mezhep” unsurlarını kullanarak Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarında bir karışıklık yaratarak güç elde etme politikası gütmüştür. Bu politikaya örnek olarak; 1815 yılında Mısır’a gönderilen İngiliz Kilisesi Misyoner Cemiyeti’ne bağlı bir papazın Osmanlı topraklarına ayak basan ilk Protestan misyoner olması gösterilebilir.[25]

İngilizlerin Ortadoğu’da Osmanlı Devleti’ni din unsurunu kullanarak siyaseten güç elde etmeye çalıştığı bir diğer millet ise Yahudilerdir. İngiliz Hükümeti Yahudileri Filistin’e göç ettirerek, bu önemli stratejik bölgede söz sahibi olmak istemiştir.  Böylece, Filistin ve Kudüs’teki Türk otoritesine çok zarar verilebileceği öngörülmüştür.[26]

Ayrıca İngiltere, Osmanlı üzerindeki 2. politika sanatı ile Kudüs’te Protestan kilisesi açtırıp cemaatin ağabeyliğini üstlenerek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine de karışmayı hedeflemiştir.[27]

XX. Yüzyıl Başlarında İngiltere’nin Orta Doğu Politikasının Esasları

Özellikle, İngiltere’nin 1908 yılında Reval’de yapılan görüşmelerde Rusya ile Osmanlı Devletini yıkmak ve topraklarını paylaşmak konusunda anlaşması da bunun bir ispatıydı. 20. yüzyıl başlarında Orta Doğu ve Osmanlı Devleti ile ilgili İngiliz politikasının esasları şu şekilde belirlenmişti:

  1. Osmanlı Devleti’ni parçalamak.
  2. Padişah – Halifenin kuvvet ve nüfuzunu, dini etkilerini gidermek suretiyle, İslam Birliği düşüncesini değerden düşürmek.
  3. Arap memleketlerine hâkim olarak, Mısır ve Hindistan’ın güvenliğini sağlamak.
  4. Hilafeti, İngiltere’nin himayesinde kurulacak Arap birliğinin eline geçirmek.
  5. Doğu Akdeniz’de kuvvet bulundurmak.
  6. Irak petrollerine sahip olmak.
  7. İstanbul ve Boğazların kontrolünü ele geçirmek.[28]

İngilizlerin Ortadoğu’ya tam anlamıyla girişi 1. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olmasıyla gerçekleşti. İngiliz gücünün temeli ticarete dayandığından bu savaş sayesinde ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması İngiltere için hayati öneme sahipti.[29]

İki Dünya Savaşı arası İngiltere-Ortadoğu İlişkileri

Tarih boyunca siyasi ve ekonomik açıdan stratejik önemi hiç azalmayan bölgelerden biri bugün Orta Doğu olarak isimlendirilen coğrafya olmuştur.[30] 1780’den itibaren İngiltere, Rusya’nın doğu Avrupa ve Ortadoğu’ya yönelik yayılmacı politikasına karşı bölgeye ilgisini artırmıştır.[31]

Hindistan yolunun güvenliği sebebiyle Osmanlı üzerinde sadece Rusya’nın hâkimiyet kurmasına karşı olmakla kalmayarak aynı emeli besleyen hangi devlet olursa olsun, onunla da mücadeleye girişecek olan İngiltere, 1798’de Fransa’nın Mısır’ı işgali üzerine Ortadoğu’da İngiliz-Fransız mücadelesini de başlatmıştır.[32]

İran hariç Ortadoğu topraklarının tamamı 1. Dünya Savaşına kadar, Osmanlı Devleti’nin fiili ve hukuki yönden egemenliği altındaydı. 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin zayıflama başlamasıyla bu bölge, başta İngiltere, Fransa, Rusya sonra da Almanya ve İtalya olmak üzere büyük devletlerin siyasi, ekonomik, kültürel egemenlikler kurmak için çalıştıkları kritik bir alan haline gelmeye başladı.[33]

İngiltere 1. Dünya Savaşı’na girerken bölgede nüfuz tesis etmek için öncelikle gizli antlaşmalarla sömürge ve yarı sömürge sistemini kurmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Sykes-Picot Antlaşması, uluslararası ilişkilerin realist dünyasının “böl ve yönet” metodunun tarihteki en güzel örneklerinden biri olarak gösterilebilir.[34]

Sykes-Picot Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve Fransa öncülüğünde hazırlanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmeyi amaçlayan gizli bir antlaşmadır. İngiliz Hükümeti, Sykes-Picot Anlaşması ile Fransa’ya Suriye’yi, Rusya’ya Doğu Anadolu’yu teklif ederek Filistin ve Irak’ın hakimiyetini sağlama aldı. Bununla birlikte  İngiltere ‘Büyük Arap Krallığı’ vaadini belirttiği ve MC-Mahon- Şeyh Hüseyin  Yazışmaları olarak bilinen antlaşma ile de desteğini kazandığı Şerif Hüseyin önderliğindeki Arapları, Sykes-Picot Antlaşması ile aldatmış, onlara verdiği sözü boşa çıkarmıştır. Büyük Arap Krallığı vaadinin çatıştığı bir diğer örnek ise, 1917 Arthur Balfour’un Filistin’de bir Yahudi devletinin -İsrail- kurulmasının uygun olacağını Siyonist hareketin liderlerinden olan Lord Rothshild’e bildirdiği mektubudur.

Osmanlı Devleti’nin 1918’de yenilmesi üzerine İngiltere, Mondros Mütarekesi’nin kendine sağladığı avantajları değerlendirerek Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yönelik politikalarını hayata geçirmeye çalışmıştır. İngiliz Hükümeti’nin amacı Osmanlı topraklarını Suriye, Filistin, Ermenistan, Anadolu/Türkiye ve Irak adıyla beş büyük bölgeye bölerek Türkiye’nin siyasi, askeri ve ekonomik varlığını kontrol altına almaktı[35]

Başka bir açıdan, Birinci Dünya savaşında İngilizler Akdeniz’den İran’a ve Körfez’e kadar 19. Yüzyılda uygulamaya başladıkları ulus devlet modelini Ortadoğu’da yeni oluşturulmak istenen yapılar üzerinde devreye sokmaya çalıştıysa da bölgenin kültürü, yapısı, geleneği, dini Batı’nın bu dayatmasına uygun değildi. Bu dayatmacı politikalar sonucunda Arap dünyasında parçalanma hızlandı, Araplar kendi aralarında da bölündü. Çizilen suni sınırlarla irili ufaklı 16 devlet kuruldu.[36] İkinci Dünya Savaşına kadar İngiliz etkisinin sürdüğü devletlerin politikalarında nasıl dönüşümler olduğu özellikle Mısır, Irak ve Filistin Manda Devleti incelenerek açıklanabilir.

1.Mısır

İn­gil­te­re, Os­man­lı Dev­le­ti’nin 1914’te Al­man­ya’nın sa­fın­da I. Dün­ya Sa­va­şı’na gir­me­sin­den he­men son­ra Os­man­lı’nın Mı­sır üze­rin­de­ki ege­men­lik hak­la­rı­nı tek ta­raf­lı ola­rak ip­tal et­ti­ği­ni be­yan ede­rek Mı­sır’ı hi­ma­ye­si al­tı­na al­dı­ğı­nı ilan et­miş­tir. Sa­vaş sı­ra­sın­da Mı­sır’ın as­ke­ri bir üs ha­li­ne gel­me­si Mı­sır­lı­la­rın gu­ru­ru­na do­kun­muş, ay­rı­ca sa­vaş­ta çe­ki­len eko­no­mik sı­kın­tı­lar halk­ta ge­nel bir hoş­nut­suz­luk ve umut­suz­luk ya­rat­mış­tı.

Sa­id Zağ­lul (Sağdaki)

Böy­le bir or­tam­da Wil­son’un sa­va­şın son­la­rı­na doğ­ru ilan et­ti­ği 14 il­ke­si ba­ğım­sız­lı­ğa gi­den yol­da bir umut ola­rak al­gı­lan­mış­tır. Bu umu­dun da kat­kı­sıy­la Mı­sır mil­li­yet­çi­le­ri ta­ra­fın­dan “Vefd” adın­da bir de­le­gas­yon ku­rul­muş­tur. 1918’in Ka­sım ayın­da Vefd, Pa­ris Ba­rış Kon­fe­ran­sı’na ka­tı­la­rak, kon­fe­rans­ta Mı­sır’ın ba­ğım­sız­lı­ğı­nı sa­vun­mak is­te­diy­se de, bu is­tek İn­gil­te­re Hü­kü­me­ti ta­ra­fın­dan red­de­dil­miş­tir. Bu­nun üze­ri­ne Vefd, Mı­sır mil­li­yet­çi­li­ği­nin en dik­kat çe­ki­ci is­mi olan Sa­id Zağ­lul ön­der­li­ğin­de bü­tün ül­ke­de ayak­lan­ma ve gös­te­ri­le­re baş­vur­muş­tur. İn­gil­te­re bü­tün ça­ba­la­rı­na rağ­men bu ha­re­ke­ti en­gel­le­ye­me­yin­ce, 1922’de ya­yın­la­dı­ğı tek ta­raf­lı bir bildirge ile Mı­sır’ın ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ilan et­mek zo­run­da kal­mış­tır. Bu­nun­la be­ra­ber, İn­gil­te­re Mı­sır’ın ve Sü­veyş Ka­na­lı’nın sa­vun­ma­sı­nı üze­ri­ne al­dı­ğı gi­bi, ka­pi­tü­las­yon­lar­dan kay­nak­la­nan hak­la­rı­nı da mu­ha­fa­za et­miş­tir.[37]

2.Irak

Mezopotamya; Kızıldeniz, Akdeniz ve Basra Körfezi üçgeninde gerek kara gerekse de deniz ulaşımı noktasında merkezi bir role sahip olması nedeniyle stratejik açıdan İngiltere için vazgeçilmez bir öneme sahipti. Bu nedenle İngiltere’nin Ortadoğu siyasetinin özelinde Mezopotamya (Irak) vardı.[38]

Irak’ta bulunan üç ana topluluk, Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasındaki rekabet ve çatışma ortadayken teritoryal temelde Iraklı bir kültürel ve siyasi kimlik oluşturma sürecinin zorluğu ortadadır. Ancak teritoryal bir Irak milleti yaratmak yerine, sayısal olarak azlık olmalarına rağmen Sünni Arap merkezli bir devlet kurma niyeti siyasi olarak diğer grupların rahatsızlığına ve tepkisine yol açtı. İngilizlerin dayattığı modern bürokratik devletten dışlanan bu gruplar oluşturulan devlete de millete de katılmayarak tepkilerini gösterdiler.[39]

Osmanlı yönetimi sona erdiği zaman Irak Şiilerle, Sünniler, kırsal ve kentsel nüfus ve Arap azınlıklar arasında mücadelelere sahne olmaktaydı. Ancak bu unsurların hemen tümü İngiliz “manda” yönetimine karşı ortak bir tavır almışlardı. İngiltere’nin 1920’deki isyanı bastırması 40 milyon sterline mal oldu. Bundan sonra İngiltere “manda” yönetimini uzun süre sürdüremeyeceğini anladığından, Haşimiler’ den eski Mekke şerifi Hüseyin’in oğlu olan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’ye çok yardım etmiş bulunan Faysal’ı Kral yaparak ülkeye 1922 yılından özerlik verdi.

Irak on yıl sonra, 1932’de bağımsız bir krallık oldu. Ancak kabileler arası düşmanlıklar, azınlık ve özellikle Kürt sorunu ile toprak reformu gibi siyasal ve ekonomik sorunlar ülke içi gerginlikler yaratarak etkin bir hükümetin kurulmasını önledi.

Kral Faysal

1927’de yörede petrolün bulunması, ülkenin 1934’ten sonra dünyanın petrol üreticisi ülkeleri arasına girmesi ve stratejik konumu yüzünden Irak, Batılı devletler için önemli bir ülke haline gelmiş ve İngiltere 1930 yılında, yani bağımsızlıktan önce bir ittifak ile Irak’ı kendisine bağlamıştı.

Bu ittifaka göre Irak hükümeti dış politikasının yürütülmesinde İngiltere’ye danışacak, savaş durumunda iki devlet birbirlerine bütün güçleriyle yardım edecek ve İngiltere Irak’ta üsler bulunduracaktı. Ancak 1930’ların sonlarına doğru biraz da Filistin’deki İngiliz tutumu yüzünden ülkede İngiliz aleyhtarlığı güçlenmeye başlayacaktı.[40]

3. Filistin 

Filistin, Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı devletinin toprakları içindeyken, savaştan sonra İngiltere’nin “manda” yönetimi altına geçti. Bölge, Ürdün akarsuyu tarafından ikiye bölünür: Akarsuyun batısı Filistin doğusu ise Ürdün’dür. Ve bütünüyle bir Arap devletidir. Filistin mandası hükümlerine göre, İngiltere bölgede bir Yahudi yurdunun kurulmasını sağlayacak, fakat aynı zamanda Filistin halklarının hepsinin medeni ve dini haklarını koruyacak siyasal yönetimsel ve ekonomik koşulları gerçekleştirecektir. Hükmün temelindeki büyük çelişki, bugünkü Ortadoğu bunalımlarının çıkış noktasını oluşturmaktadır.

1919 yılında yalnız Ürdün’ün değil bütün Filistin’in nüfusu Arap’tır. Dünya Ekonomik Bunalımı ve Almanya’da Hitler’in Yahudi karşıtı politikası sonucu 1934 yılında Filistin’deki Yahudilerin sayısı 900.000’i buldu. Ancak yine de Yahudilerin Araplara oranı 1/3’tü . Ne var ki eğitilmemiş ve sermayeden yoksun Arap üreticisi eğitilmiş ve sermayesi ile gelen Yahudi ile rekabet edecek durumda değildi. Zamanla kendi ülkesinde ikinci sınıf yurttaş haline geldi. Bu durun ise Araplarla Yahudiler arasında geçimsizlikler ve hatta çatışmalar yarattı.[41]

Görüldüğü gibi 19. yüzyılda, Rusya’nın Orta Asya’da yayılmasını engellemek ve Britanya’nın etki alanını genişletmek için ortaya atılan ve merkezine Müslümanların örgütlenmesini (Pan-İslamizmi) koyan “Büyük Oyun” politikası, 1915’te Çanakkale’de sona erdi.Etnik, aşiret temelli ve dini bağlılıkları kışkırtma konusunda uzman olan İngiltere belirli oluşumları da resmi olarak desteklemeye 1885’de başlamıştı. Bu ilişki, Fars-Afgan kökenli Müslüman bir din adamının Londra’da İngiliz istihbaratı ve dışişleriyle bağlantı kurması ve İngiltere’yi ikna etmesiyle gerçekleşmişti. İngiliz istihbaratı bölgedeki etkinliğini artırmak için, bir yandan da İslam’ı modernleştirme çabası içinde olduklarını iddia eden bir din adamları ekibini maaşa bağladı ve kullandı. Afrika ve Güneybatı Asya’yı kapsayan, tarihin en vahşi emperyalist toprak kapma savaşının bir parçası olan “Büyük Oyun” sona erince, yeni bir dünyanın kurulmasının önü açılmış oldu.[42]

Böylece Arap Ortadoğu’sunda yeni bir siyasal düzenin temelleri atılmış oldu. Bölgeyle ilgili tüm düzenlemeler, savaş içinde yapılmış olan gizli paylaşım antlaşmalarına genel hatlarıyla uyan emperyalist bir nitelik göstermekteydi. Savaş sonu düzenini kuranlar başarısız da olsalar Avrupa’da serf-determination ilkesine bir dereceye kadar uymuşlardı. Arap Ortadoğu’sunda bu ilkeye kesinlikle saygı gösterilmedi. Bu ilkeye uyan tek hareket olan Türkiye’nin bağımsızlığı da zaten itilaf devletlerine karşı verilen bir savaş sonucu elde edildi. Arap Ortadoğu’sundaki düzenlemeler her ne kadar Arapların isteklerine gerçekleştirmemişse de nihai kurtuluş ve bağımsızlıkları için önemli bir dönüm noktasıdır. Yeni sisteme karşı etkin ve şiddetli muhalefet, batılı devletlerin ilerde hesaplaşmak zorunda kalacakları güçlü milliyetçi güçleri harekete geçirecektir.[43]

Sömürge ve yarı-sömürgelerde ulusçu devinim hızla yayılması iki savaş arası dönemde İngiltere politikasında belirleyici etken oldu. Mısır 1918 yılında bağımsızlığını almasıyla, 1922 ve 1936 anlaşmalarıyla, amacı yönünde yeni ulusal haklar elde etti. Bununla birlikte incelenen devletlere de bakılınca iki dünya savaşı arası dönemde İngiliz etkisinin bölgede kendini göstermesi günümüze kadar uzanan etnik ve dini kökenli sorunların devamında da en hassas dönem olarak değerlendirilebilir.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikası

Savaş Sonrası Genel Durum

Dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birisi kabul edilen İkinci Dünya Savaşı, 5 Mayıs 1945’de Adolf Hitler’in halefi Amiral Dönitz’in, Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olduğuna ilişkin belgeyi imzalamasıyla, savaşın başladığı yer olan Avrupa kıtasında sona erdi. Savaşın tüm cephelerde bitmesi ise, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sonra, Japonya’nın 14 Ağustos 1945’de Almanya’nın kabul ettiğininkine benzer şartlarda teslim olmasıyla gerçekleşti.

Savaş Avrupa kıtasında her açıdan büyük yıkıma yol açmıştı. Her şeyden önce beş buçuk yıl süren savaşta ölen 40 milyondan fazla insanın yarısından çoğu Avrupa’da hayatlarını kaybetmişlerdi. can kaybı açısından ilk sırada Sovyetler Birliği gelmekteydi. Sovyetlerin kaybı 20 milyon asker ve sivildi. Buna, 4.3 milyon Polonyalı, 4.2 milyon Alman, 1.7 milyon Yugoslav, 600 bin Fransız 410 bin İtalyan, 390 bin İngiliz ve sayılan tam olarak bilinmemekle birlikte 6 milyon olarak tahmin edilen Yahudi, Çingene, Macar ve diğer halkların can kayıpları eklendiğinde ortaya korkunç bir manzara çıkmaktaydı.44

Savaş, uzun yılların ürünü olan altyapıyı ortadan kaldırmıştı. Özellikle kıta Avrupa’sında, köprüler, yollar ve su kanallarının büyük bölümü tahrip edilmişti.  Zirai alanlar patlamamış mermiler veya mayınlarla doluydu. Fabrikaların çoğu yok edilmiş, sağlam kalanlar ise kalifiye işgücü yokluğundan çalışamaz durumdaydı. Savaş insanları yerlerinden göç ettirmişti. Ülkeler mültecilerle dolup taşmaktaydı.45

İngiliz ve Fransız hükümetlerinin aksi yöndeki tüm çabalarına rağmen, ekonomik ve siyasi anlamda, “Avrupa Çağı”nın geçtiğine hiç şüphe yoktu. Avrupa ekonomileri gerçek bir çöküş ile karşı karşıyaydılar. Savaş sırasında, Avrupa ülkelerinin toplam Gayri Safi Milli Hasılası (G.S.M.H.) ortalama %25 oranında düşmüştü. Avrupa’nın toplam dünya imalat verimi içindeki payı 19. yüzyılın başından beri tüm zamanlarda elde edilen payın altındaydı. Savaştan önce Batı Avrupa ürettiğinden, 2 milyar dolar fazla mal ve hizmet tüketmekteydi. Doğu Avrupa’nın savaş sonrasında, onları Alman işgalinden’ “kurtaran” Sovyetler Birliği’nin etkisine girmesiyle, bu bölgeden sağlanan gıda maddelerinin miktarında önemli ölçüde bir düşüş yaşandı. Batı Avrupa mal ve hizmet satarak karşılığında Doğu Avrupa ülkelerinden gıda maddeleri alma imkânını yitirdi.46

Savaş boyunca İngiltere, büyük ölçüde ABD Kongresi’nin 2 Mart 1941 ‘de kabul ettiği Ödünç Verme ve Kiralama Yasası çerçevesinde bu ülkeye verilen yaklaşık 31 milyar dolarlık yardımla ayakta durabildi. Her ne kadar yardımın adı bir “ödünç verme” den bahsediyorsa da İngiltere borcunu hiçbir zaman tamamen ödemedi.47

Sovyetler Birliği’nin yakın gelecekte muhtemel en kuvvetli düşman olarak algılanmasından dolayı, Ortadoğu coğrafyası, sunmuş olduğu eşsiz saldırı ve savunma imkânları ile İngiltere’nin savunma politikaları için gözden çıkarılamayacak bir konuma sahipti. Bu doğrultuda 8 Aralık 1945 günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında Ortadoğu’nun İngiltere için önemi aşağıdaki şekilde ifade edilmişti:

İngiltere ve İngiliz İmparatorluğu için hayati öneme sahip bir bölgedir. Burası İngiltere’yi Hindistan, Avustralya ve Uzak Doğu’ya karadan, havadan ve denizden bağlayan iletişim sistemlerinin düğüm olduğu yerdir; burası aynı zamanda İmparatorluğun ana petrol kaynağıdır. Burası Süveyş Kanalı ve onun terminal limanlarını; İskenderiye’de bulunan İngiltere’nin Doğu Akdeniz’deki ana deniz üssünü; Irak ve güney İran’daki petrol yataklarını, Abadan’daki liman ve tesisleri, Kuzey Irak’tan Hayfa’ya uzanan petrol boru hattını ve Abadan’daki liman ve tesisleri; ve Akdeniz’den Filistin, Ürdün ve Irak üzerinden Basra Körfezi’ne uzanan bütün iletişim hatlarını içermektedir.48

Rapor aynı zamanda İngiltere’nin bölgede karşılaşmakta olduğu zorluklardan da bahsetmekteydi. Raporda en önemli sorun olarak bölgede yükselmekte olan Arap milliyetçiliği ve bunun gerekli politikaların uygulanmasındaki etkilerine dikkat çekilmekteydi. Bu durum rapora aşağıdaki şekilde yansımıştır:

Araplar, her an değişebilmekteler ve İngiltere’nin Arapların menfaatlerine zararlı olarak görülebilecek herhangi bir hareketi, onların bize karşı olan duygularını bir gecede değiştirebilir. Maalesef Filistin’in geleceği Araplar nazarında oldukça önemli ve kuruluşunun Arap devletlerinin karşı oldukları Ortadoğu politikalarının uygulanmasına karşı koyma yönündeki isteklerini büyük ölçüde artırdığı Arap Ligi için önemli bir gösterge konusu olarak değerlendirilmekte. Bizi, güvene ihanet etme suçlaması ile karşı karşıya bırakabilecek böyle bir siyasetin uygulamaya konulması ciddi şekilde pozisyonumuzun altını oyacaktır ve sadece Arap ülkelerinde geniş çaplı karışıklıkların çıkmasına değil aynı zamanda İmparatorluk menfaatlerimizin büyük ölçüde bağlı olduğu işbirliklerini çekmelerine de sebep olabilir. 49

Diğer taraftan İngiltere Başbakanının Ortadoğu ile ilgili başka düşünceleri vardı. Hazine Bakanı Hugh Dalton, 1946 Şubat’ının ortalarında Hazine Bakanlığında gerçekleştirilen bir Bakanlar Kurulu toplantısında Başbakanın Ortadoğu hakkında ilginç fikirler ileri sürdüğünü nakletmektedir. Dalton bu fikirleri günlüğüne aşağıdaki gibi not etmiştir:

Attlee, Ruslarla karşı karşıya gelme riski olan bölgelerden ciddi bir şekilde alakanın kesilmesi istikametinde Genel Kurmay Başkanlığı ve Savunma Komitesi’ne büyük oranda kendi fikirlerini empoze etmek için çalışıyor. Tüm Ortadoğu, Mısır ve Yunanistan’dan çekilerek Afrika boyunca Lagos ve Kenya’ya uzanan bir savunma hattı oluşturmamız ve kuvvetlerimizin önemli bir çoğunluğunu ikincisinde yoğunlaştırmamız gerektiğini düşünüyor. Hindistan’ın gelecekte ne tavır takınacağı belli olmadığından İngiliz Milletler Topluluğu’nun savunmasının büyük kısmını birçok sanayi kuruluşu ile birlikte Avustralya’ya kaydırmalıymışız. Ruslar ile aramıza Arapları ve geniş çöl arazilerini yerleştirmeliymişiz. Bu, benim ilgimi çeken oldukça taze ve ilginç bir yaklaşım tarzı.50

Fakat Genel Kurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı bu fikirlere şiddetle karşı çıktı. İngiltere’nin barış zamanında dünyanın herhangi bir bölgesinden çekilmesi hâlinde oranın Sovyetler Birliği tarafından doldurulacağına inanılıyordu. Hava Kuvvetleri Komutanı Lord Tedder, İngiliz Milletler Topluluğu’nun savunması için İngiltere’nin savaş zamanı Ortadoğu’dan savaşa müdahil olabilmesinin hayati öneme sahip olduğunun altını çizdi. İngiltere’nin barış zamanında da burada bir ayağının olmasının zorunlu olduğunu, çünkü bu olmadan savaş zamanı gerektiğinde burada güçlü bir askerî varlık göstermelerinin mümkün olmadığını belirtmekteydi. Gelecekte Hindistan’ı bu şekilde bir askerî konuşlandırma için kullanmanın mümkün olmayacağını, bu yüzden İngiltere’nin Ortadoğu’da diğer üsleri de elinde tutmasının çok daha önemli olduğunu vurguladı.51

Ortadoğu’da İngiliz – Amerikan Uzlaşması

Savaştan sonra Amerikalılar, Batı’nın çıkarları için İngiltere’nin Ortadoğu’daki pozisyonunun önemini kabul etmeye başlamışlardı. Amerikalılar İngiliz askerlerinin Yunanistan’dan çekilmesinden kaynaklanabilecek sorunlardan endişeleniyordu. Bu yüzden 16 Ekim-17 Kasım 1947 tarihleri arasında Washington’da Amerikalılar ve İngilizler arasında gayri resmî politik ve stratejik müzakereler yapıldı. Bevin, ortak bir İngiliz-Amerikan Ortadoğu politikası istemiyordu. İngiliz Dışişleri Bakanı, Ortadoğu’yu hâlâ İngiltere’nin stratejik ve ekonomik nüfuz bölgesi olarak görüyordu. Neticede resmî bir anlaşma imzalamasalar da Truman ve Bevin, bürokratların tavsiyelerini onayladılar. Böylece İngiltere ve ABD, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’nun güvenliklerinin ABD ve İngiltere’nin güvenlikleri ve dünya barışı için hayati öneme haiz olduğu konusunda hemfikir olduklarını birbirlerine göstermiş oldular. Aynı zamanda bu öneminden dolayı İngiltere’nin bölgeye açılan deniz yolları olan Cebelitarık Boğazı, Kızıl Deniz, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki güçlü stratejik, siyasi ve ekonomik konumunu devam ettirmesinin gerekli olduğu teyit edildi. Bunun ancak İngiliz ve Amerikan Hükûmetlerinin bölgede ortak politikalar takip etmeleri ile uygulanabileceğini de onaylamış oldular. Her iki hükûmetin de kabul ettikleri bir prensip olarak birbirlerinin bölgedeki konumlarını güçlendirmeye karşılıklı anlayış, saygı ve iş birliği içerisinde çaba sarf etmeleri gerektiğini kabul ettiler. Herhangi birisinin diğeri rağmına bölgede nüfuzunu artırmaya çalışmaması konusunda da anlaşmaya vardılar.52

Tabii burada ilginç olan nokta Büyük Britanya İmparatorluğu’nun gücü ABD’ye gönüllü ve bilinçli olarak devretmesidir. Bundan önce hiçbir devlet açıkça bu tarz bir girişimde bulunmamıştı.53 Bu da İngiliz dış politikasını yönetenlerin ne kadar pragmatist ve ileri görüşlü olduklarını ortaya koyuyor.

İngiltere’nin kendi üstlendiği görevlerini tam olarak ABD’ye devrettiği tarih 21 Şubat 1947’dir. Bu tarihte İngiliz Hükümeti’nin verdiği görevle ABD’li Bakan George Marshall’a ulaşan İngiliz Büyükelçiliği, İngiltere’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki güvenliği sağlama görevini ekonomik ve askeri sorunlar nedeniyle daha fazla sürdüremeyeceğini ve bu bölgedeki ülkeleri Sovyetler Birliği’ne karşı korumak ve onların gelişimini sağlamak için ABD’nin devreye girmesi gerektiğini belirten bir belgeyi Marshall’a sundu.54

George Marshall

Beklenmedik bir şekilde ABD, bu isteğe olumlu yaklaştı ve artık savunmacı bir dış politika izlemeyeceğini belirtti. Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere, özellikle Hiroşima ve Nagazaki olaylarından sonra ABD’nin tekrar kendi kıtasına dönmesi için elinden geleni yapmıştı ancak artık roller değişmişti. İngiltere’nin ve Avrupa’nın komünizm tehdidine karşı ABD’ye ihtiyacı vardı. ABD, İngilizlerin Batı Avrupa’yı ve Yakındoğu’yu koruma görevini kendisine devretmesinden sonra hemen harekete geçti ve Truman Doktrini ile Yunanistan ve Türkiye’ye askeri ve mali yardım yapmaya başladı. Ayrıca, Marshall Planı’nı ortaya koyarak Batı Avrupa Ülkeleri’ne ekonomik anlamda destek vereceğini açıkladı. Hem İngilizler, hem de Avrupalılar bu durumdan çok memnun olmuştu çünkü Sovyet Tehdidine karşı yalnız olmadıklarını anladılar.

Ancak, bu durumdan özellikle İngilizler memnun oldu, demek ki Amerikalılar kendilerinin önerdiği ittifakı kabul etmişlerdi. Bu İngilizlerin, hem Avrupa hem de Sovyetler ile ilişkilerinde Amerikan desteğini ‘arkalarına aldıklarını’ yada diğer bir deyişle başat güç olma konusunda devir teslimin gerçekleşmiş olduğunu gösteriyordu. Sonuç olarak  Sovyet tehdidine set çekilmiş ve sıra Ortadoğu’ya gelmiş olacaktı.

Bu bölgede İngilizlerin etkisiyle bir Arap Birliği kurulmuştu ama ABD’nin Ortadoğu’ya girmesi epey zaman alacaktı. Çünkü ilk plan Amerikalıların, Ortadoğu’ya doğrudan girmeyecek sadece ekonomik ve siyasi antlaşmalarla ve desteklerle bölgedeki bazı ülkeleri kendi ittifak şemsiyesinin çekecekti. Ancak bir realite hala geçerliliğini koruyordu. Bölgede İngiliz Nüfuzu hala etkiliydi ve İngilizler gerekli düzenlemeleri yapmaya çalışıyorlardı. İlk etap olarak Avrupa’daki Yahudi Sorunu ’nu çözmek amaçlandı ve 1948 tarihinde İngiliz Mandası altındaki Filistin’de bir İsrail Devleti kuruldu. Aslında, İngilizler Arap halkını kaybetmemek ve kendi kontrolü altındaki topraklarda bir kriz yaşamamak için çok uğraşmışlardı ancak Balfour Deklarasyonu’nu yayınlamış oldukları için İsrail’in kurulmasını bir ideal ve zorunluluk olarak gördüler. Amerikan Kamuoyu, Almanların Yahudilere yaptığı soykırımı engelleyemedikleri için kendilerini suçlu hissediyorlar ve en azından onlar için bir şey yapmak istiyorlardı. Amerikan Yönetimi de buna karşı çıkmadığı gibi destek de vererek, bölgede kurulacak bir İsrail’i kendi dış politika öncelikleri açısından da çok önemli görüyorlardı. ABD, o tarihlerde henüz Ortadoğu’ya fiili olarak girmiş değildi ve İsrail sayesinde bunu gerçekleştirebilirdi. ABD’nin yoğun baskısı, büyük müttefiklerini kaybetmekten çekinen İngilizleri, İsrail’in kurulmasını kabul etmeye mecbur bırakmıştı. İngiliz devlet adamları, imparatorluğu ABD üzerinden devam ettirme planlarının sekteye uğramasını kabul edemezlerdi. Bu nedenle, ABD’nin bazı isteklerine göz yummak zorunda kaldılar.

İsrail Krizi’nden sonra İngiltere ve ABD’yi yakından ilgilendiren bir sorun daha ortaya çıktı. Sorunun merkezi yine Ortadoğu’ydu ve Kenar Kuşak Teorisi’nin meşruiyetini sağlayan önemli bölgelerden biri olan Süveyş Bölgesi idi. 1956’da Mısır’ın Sovyet destekli devlet başkanı Cemal Abdülnasır, Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklayınca bir kriz ortaya çıktı. Süveyş Kanalı, İngilizlerin kontrolündeydi ve bölgede İngiliz askerleri konuşlandırılmıştı. Süveyş Kanalı, Avrupa’ya petrol akışını sağlamakta oldukça önemli bir yere sahipti ve İngilizler bu kanalın ellerinden çıkmasını ve Sovyet desteği almakta olan bir liderin eline geçmesini asla kabullenemezlerdi. Bu nedenle İngiltere, öncelikle Fransa’ya başvurarak Abdülnasır’a karşı harekete geçmeyi önerdi. Fransa, Mısır’a karşı düşmanlık beslemekteydi çünkü Mısır, Cezayir’deki isyancılara yardım ediyor ve ayrıca kanaldaki Fransız haklarını hiçe sayıyordu. Daha sonra bu iki ülke Filistinli Arapların saldırılarından Mısır’ı suçlayan İsrail’i de yanlarına alıp Mısır’a saldırdılar.55

Abdülnasır

Ancak, bu saldırı sonrası ilginç bir olay yaşandı ve Eisenhower başkanlığındaki Amerika Birleşik Devletleri, her 3 devletten de Süveyş Kanalı’nı terk etmelerini istedi. Çünkü ABD o sıralarda Ortadoğu üzerinde kontrolü sağlamaya çalışıyordu ve Ortadoğu’yu kontrol etmek için de Araplar’a ihtiyacı vardı. İngilizleri desteklerlerse Arapların gözünden düşeceklerdi. Çünkü Cemal Abdülnasır Arapların gözünde bir efsane haline gelen bir liderdi. Bunun üzerine ABD, İngilizlerden ve ortaklarından Süveyş Kanalı’nı terk etmelerini istedi. ABD’ye rağmen bu operasyonu yürütemeyeceğini gören ve gerçeklerle yüzleşen İngiltere ve müttefikleri kanaldan çekildi. Bu olay, Anthony Eden’ın iktidardan inmesinden önceki son gelişmeydi. Eden’ın yerine geçen Harold Macmillan, ABD’nin gücünü ve ne yapmak istediğini çok iyi anladığından ve onsuz hareket edemeyeceğini gördüğünden ABD’ye iyice yaklaştı ve Süveyş Anlaşmazlığını İngiliz Halkına unutturmaya çalıştı.

Bu olaydan sonra Birleşik Krallığın tamamıyla dağıldığını, gücünü yitirdiğini ve özellikle Afrika’daki sömürgelerini ve etki alanlarını kaybettiğini söyleyebiliriz. İngiltere, bu süreçten sonra sonra Soğuk Savaş boyunca ABD’nin ittifak şemsiyesi altında yer almış ve Sovyetler’e karşı mücadele vermiştir. Ancak, Amerikan Yönetimi’nin hiçbir zaman İngiliz tarzı bir imparatorluk kurmadığını ve İngiliz Hindistan’ı tarzı kolonyal yönetimler kurmadığını belirtmek lazım.56 ABD, daha çok dolaylı yollardan, özellikle de ekonomik hegemonya ve siyasi baskı ile istediklerini yaptırmış ve gücünü etkinleştirmiştir. İngiltere ile aralarındaki en önemli farklılıklardan biri de budur. Burada da Amerikalılar ’ın İngilizlerin İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürgeleri nedeniyle yaşadığı ekonomik ve siyasal problemlerden gerekli çıkarımlarda bulunarak bir dış politika oluşturmuştur.

İngiltere’nin Son Yüzyıldaki Ortadoğu Politikası 

Sonuç Yerine

İngiltere özellikle Birinci Dünya Savaşı öncesinde yaptığı sanayi devrimleri ile birlikte başat güç haline gelmiş, Dünya siyasetini yönlendirmiş, petrol kaynakları ve yer altı zenginlikleri sebebi ile makalede konu olan Ortadoğu coğrafyasına girmeye başlamıştır. Bu bölge o yıllarda Osmanlı İmparatorluğu himayesi altındaydı. İngiltere bölgedeki yerel halkı milliyetçilik akımları ve Türk etkisinin kırılması konusunda etkilemiş öncelikle Osmanlı’dan kopararak küçük devletler oluşturmuştur ancak tüm bu faaliyetleri yürütürken ekonomik ve siyasi olarak çok yıpranmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise İngiltere bu gücünü iyice yitirmiş,  Dünya’daki ve Ortadoğu coğrafyasındaki bu başat güç olma rolünü ABD’ye devretmiştir. Dünya tarihinde bir benzeri daha olmayan bu politikayla yani ‘Süper Güç’ olma rolünü kendi isteği, politikaları gereği ve öngörüleriyle devretmişlerdir.  Normal şartlar altında bir devlet başat güç durumundayken ve rolünü sonuna kadar sürdürme politikasında olur eğer başarabilirse bu gücünü devam ettirir başaramaz ise tarih sayfalarında yerini alırdı. Tarihte böyle nice devlete rastlamak mümkündür. Buradaki fark da İngiliz devlet aklının ne denli gerçekçi ve öngörülü olduğu görmemiz mümkündür. Böylelikle devletlerinin iki dünya savaşı sırasında özellikle ekonomik olarak yıpranmasından dolayı kendilerini izole ederek hem yeniden kalkınmaları hem de devamlılıklarını sürdürmeleri mümkün olmuştur.

KAYNAK

Kaynakça

Akın, M. Eren. “İngiltere’nin Politika Sanatı,”İngilizlerin Politika Sanatı,” http://akademikperspektif.com/2013 /11/05/ ingilizlerin-politika-sanati/

Çakmak, Mehmet Ali. İki Dünya Savaşı Arasında Ortadoğu, sf. 1346

Çimen, Ali. Kısa Ortadoğu Tarihi, sf.132

Değerli, Esra Sarıkoyuncu. İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

Demiray Muhittin ve İşcan, İsmail Hakkı. Uluslar arası Sistemde Güvenlik Kavramının Değişimi Ekonomik ve

Dursun, Davut ve Arı, Tayyar. “Orta Doğu Neresi? Orta  Doğu’nun Demografik, Ekonomik ve Siyasi Yapısı,” Orta Doğu’da Siyaset, Anadolu Üniversitesi Yayını, No:3035, 2013, s.3-5

Gegeoğlu, Ayça. Modern Ortadoğu Tarihi, Academia, İstanbul,2015, s.1

Jeopolitik Arka Planı, Dumplupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Ağustos/2008

Dursun, Davut ve Arı, Tayyar. “Orta Doğu Neresi? Orta  Doğu’nun Demografik, Ekonomik ve Siyasi Yapısı,” Orta Doğu’da Siyaset, Anadolu Üniversitesi Yayını, No:3035, 2013, s.3-5

Emeklier, Bilgehan ve Ergün, Nihal. Petrolün Uluslar arası İlişkilerdeki Yeri: Jeopolitik Teoriler ve Petropolitik, Bilge Strateji Dergisi, Güz/2010

Enver Ziya KARAL, Osmanlı Tarihi IX, Ankara 1996, s.544; Paul C. HELMREICH, Sevr Entrikaları (Çev:Şerif Erol), İstanbul 1996, s.4

Hathaway, Jane. Osmanlı Hakimiyetinde Arap Toprakları, sf. 291

Kasalak, Kadir. “Milli Mücadele de Manda ve Himaye Meselesi,” Genelkurmay Ataşe Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1993, sf.105

Kocabaş, Süleyman. Türkiye ve İngiltere, Vatan yayınları, İstanbul, 1985 ,syf 19

Kocabaş, a.g.e., s.20

Lenczowski, George. “The Middle East In World Affairs,” Cornell University Press, 1962,  pp.56

Ortadoğu’da Diriliş: Arap Milliyetçiliği,TASAM,2006

Öke, Mim Kemal. “Şark Meselesi” ve 2. Abülhamid’in Garp Politikaları (1876-1909), Osmanlı Araştırmaları 3

Öke, Mim Kemal. Musul-Kürdistan Sorunu 1918-1926, Bilge Karınca Yay., İstanbul 2002, sf. 31

Sağlam, Zeliha. “İngiltere’nin Ortadoğu Politikası,” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, sf.3-4

Sevim, Cenk. Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği, Journal of Yaşar University, 2012 26(7)

Şahin, İsmail ve Şahin, Cemile ve Şükür, İsmail. The Journal of Academic Social Science Studies, Number: 38, p. 241-258-460

Şahin, İsmail ve Şahin, Cemile ve Yüce, Samet. The Journal of Academic Social Science Studies, Number: 105, p. 327

Şenel, Şennur. Akademik Bakış, 19. Yüzyılda İngiltere’nin Basra Bölgesindeki Faaliyetleri, Cilt 9, Sayı 18, sf. 187

Temel,Mehmet. Ulusal Çıkar Politikası Açısından İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne ve Milli Mücadeleye Bakışı, Balıkesir Üniversitesi E-Dergi, Cilt 1, Sayı 1

Ural, Selçuk. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi ,Sayı 39, sf. 460

Ülman, A. Haluk. 1. Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, sf.64

Yergin, Daniel. Petrol, Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü,  sf. 181

http://www.atam.gov.tr/dergi/ata%C2%ADturk-do%C2%ADne%C2%ADmi-tur%C2%ADki%C2%ADye-mi%C2%ADsir-ilis%C2%ADki%C2%ADle%C2%ADri-1926-1938

http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/240/ortadoguda_dirilis_arap_milliyetciligi, Ortadoğu’da Diriliş: Arap Milliyetçiliği,TASAM,2006

http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/ingiltere-buyuk-oyunun-bittiginin-farkinda/620194 , İngiltere ‘Büyük Oyun’un bittiğinin farkında,AA analiz haber, 02.08.2016

http://www.akademikbakis.org/eskisite/26/04.pdf

http://sosyalbilimler.sdu.edu.tr/assets/uploads/sites/102/files/3-21042012.pdf

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/476/5517.pdf

[1]Davut  Dursun ve Tayyar Arı, “Orta Doğu Neresi? Orta  Doğu’nun Demografik, Ekonomik ve Siyasi Yapısı,” Orta Doğu’da Siyaset, Anadolu Üniversitesi Yayını, No:3035, 2013, s.3

[2]Davut  Dursun ve Tayyar Arı, “Orta Doğu Neresi? Orta  Doğu’nun Demografik, Ekonomik ve Siyasi Yapısı,” Orta Doğu’da Siyaset, Anadolu Üniversitesi Yayını, No:3035, 2013, s.5

[3] Esra Sarıkoyuncu Değerli, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

[4] Muhittin Demiray ve İsmail Hakkı İşcan, Uluslar arası Sistemde Güvenlik Kavramının Değişimi Ekonomik ve Jeopolitik Arka Planı, Dumplupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Ağustos/2008

[5] M. Eren Akın, “İngiltere’nin Politika Sanatı,”İngilizlerin Politika Sanatı,”http://akademikperspektif.com/2013/

11/05/ingilizlerin-politika-sanati/

[6] Zeliha Sağlam, “İngiltere’nin Ortadoğu Politikası,” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi

[7]M. Eren Akın, “İngiltere’nin Politika Sanatı,”İngilizlerin Politika Sanatı,”http://akademikperspektif.com/2013/ 11/05/ingilizlerin-politika-sanati/

[8] A. Haluk Ülman, 1. Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, sf.64

[9] Mim Kemal Öke, “Şark Meselesi” ve 2. Abülhamid’in Garp Politikaları (1876-1909), Osmanlı Araştırmaları 3

[10] Mehmet Temel, Ulusal Çıkar Politikası Açısından İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne ve Milli Mücadeleye Bakışı, Balıkesir Üniversitesi E-Dergi, Cilt 1, Sayı 1

[11] Esra Sarıkoyuncu Değerli, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

[12] Esra Sarıkoyuncu Değerli, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

12 Zeliha Sağlam, “İngiltere’nin Ortadoğu Politikası,” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi

[14] Ali Çimen, Kısa Ortadoğu Tarihi, sf. 132

[15] Zeliha Sağlam, “İngiltere’nin Ortadoğu Politikası,” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi

[16] Jane Hathaway, Osmanlı Hakimiyetinde Arap Toprakları, sf.291

[17] Mehmet Temel, Ulusal Çıkar Politikası Açısından İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne ve Milli Mücadeleye Bakışı, E-Dergi, Cilt 1, Sayı 1

[18] Esra Sarıkoyuncu Değerli, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

[19] Bilgehan Emeklier ve Nihal Ergün, Petrolün Uluslar arası İlişkilerdeki Yeri: Jeopolitik Teoriler ve Petropolitik, Bilge Strateji Dergisi, Güz/2010

[20] Cenk Sevim, Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği, Journal of Yaşar University, 2012 26(7)

[21] Esra Sarıkoyuncu Değerli, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

[22] Daniel Yergin, Petrol, Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, sf. 181

[23] Esra Sarıkoyuncu Değerli, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

10 M. Eren Akın, “İngiltere’nin Politika Sanatı,”İngilizlerin Politika Sanatı,” http://akademikperspektif.com/2013/

11/05/ingilizlerin-politika-sanati/

[25] Esra Sarıkoyuncu Değerli, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

[26] Esra Sarıkoyuncu Değerli, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası, Akademik Bakış, Nisan/2008

[27] M. Eren Akın, “İngiltere’nin Politika Sanatı,”İngilizlerin Politika Sanatı,” http://akademikperspektif.com/2013/

11/05/ingilizlerin-politika-sanati/

[28]Kadir Kasalak, “Milli Mücadele de Manda ve Himaye Meselesi,” Genelkurmay Ataşe Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1993, sf.105

[29]Zeliha Sağlam, “İngiltere’nin Ortadoğu Politikası,” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi

[30] Şennur Şenel, Akademik Bakış, 19. Yüzyılda İngiltere’nin Basra Bölgesindeki Faaliyetleri, Cilt 9, Sayı 18, syf 187

[31] Süleyman Kocabaş, Türkiye ve İngiltere, Vatan yayınları, İstanbul, 1985 ,syf 19

[32] Kocabaş, a.g.e., s.20

[33] Mehmet Ali Çakmak, İki Dünya Savaşı Arasında Ortadoğu ,syf 1346

[34] İsmail ŞAHİN & Cemile ŞAHİN & İsmail ŞÜKÜR, The Journal of Academic Social Science Studies, Number: 38 ,p. 258

[35] Selçuk Ural, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi ,Sayı 39, syf 460

[36] Zeliha Sağlam, İngiltere’nin Ortadoğu Politikası, INSAMER Araştırma 2, syf 3;4

[37]  http://www.atam.gov.tr/dergi/ata%C2%ADturk-do%C2%ADne%C2%ADmi-tur%C2%ADki%C2%ADye-mi%C2%ADsir-ilis%C2%ADki%C2%ADle%C2%ADri-1926-1938

[38] Mim Kemal Öke, Musul-Kürdistan Sorunu 1918-1926, Bilge Karınca Yay., İstanbul 2002, s. 31.

[39] İsmail ŞAHİN & Cemile ŞAHİN & Samet Yüce , The Journal of Academic Social Science Studies, Number: 105 ,p. 327

[40] http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/240/ortadoguda_dirilis_arap_milliyetciligi, Ortadoğu’da Diriliş: Arap Milliyetçiliği,TASAM,2006

[41] http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/240/ortadoguda_dirilis_arap_milliyetciligi, Ortadoğu’da Diriliş: Arap Milliyetçiliği,TASAM,2006

[42] http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/ingiltere-buyuk-oyunun-bittiginin-farkinda/620194 , İngiltere ‘Büyük Oyun’un bittiğinin farkında,AA analiz haber, 02.08.2016

[43] http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/240/ortadoguda_dirilis_arap_milliyetciligi, Ortadoğu’da Diriliş: Arap Milliyetçiliği,TASAM,2006

[44] Charles L. Mee, The Marshall Plan: The Launching or the. Pax Americana, New York, Simon and Schuster, 1984, s. 17.

[45] Ora1 Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, Imge, 1994, s. 176

[46] Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşleri, (çev.: Birtane Karanakçı) İstanbul, İş Bankası Yayınları, 1989, s. 432.

[47] Aynı yasa çerçevesinde A.B.D., Sovyetler Birliği’ne  11 milyar, Fransa’ya 3 milyar ve Çin’e 1.5 milyar dolarlık yardım yapmıştır. Başlangıçta borç olarak verilen bu paralar daha sonra hibeye dönüştürülmüştür.

[48] The National Archives of the United Kingdom, (Bundan sonra TNA) Cabinet Papers,(Bundan sonra CAB) 129/2, CP (45) 156, 8 December 1945 Great Britain’s position in the Middle East.

[49] TNA, CAB 129/2, CP (45) 156.

[50] Hugh Dalton, High Tide and After, Memoirs 1945-60, London: Frederick Muller, 1962, s. 105

[51] TNA, CAB 128/11, CM6 (47) 3, 15 January 1947

[52] TNA, FO 371/61114, AN/45/3997/4017/Greece, 16 October-7 November 1947

[53] Saltaire, L. W. , “The Collapse of British Foreign Policy” , (Çevrimiçi), http://www.chathamhouse.org.uk (20.1.2009).

[54] Ibid. , s.2.

[55] Reynolds, P. , “Suez: End of Empire” , (Çevrimiçi), http:// http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5199392.stm (21.1.2009).

[56] Louis, W.R. , “American Anti-Colonialism and the Dissolution of the British Empire” , International Affairs, vol. 61, n.3, Summer 1985, s. 417.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz