KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Açıklamalarına Reddiye

780

Geçtiğimiz haftalarda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığını yürüten Akıncı yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri için farklı, yanlış ve beklenilmeyen bir söylemler silsilesine girişmiştir. Bu yazı, 26 Nisan 2020 tarihinde yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri için hazırlanan mevcut KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın söz konusu bazı açıklamalarına yönelik bir reddiye yazısı şeklindedir. Söz konusu açıklamalar esas alınıp, bunlar üzerine düzeltilmeler inşa edilecektir.

Akıncı’nın Ekonomik Bağımlılık Açıklaması

Akıncı, Türkiye’ye ekonomik bağımlılığı azaltma arzusunu dile getirerek Türkiye’ye bağlanma ihtimalini ‘korkunç’ diye niteledi.

The Guardian gazetesine yaptığı bu açıklama irrasyonel bir açıklamadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bütçesinin yaklaşık üçte birini Türkiye Cumhuriyeti’nden gelen finansal destekler oluşturmaktadır. Mesela 2012 ile 2015 yılları arasındaki dönem için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne 3 milyar TL’lik finansal destek yapılmıştır. Ayrıca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin savunma harcamalarının tamamı ve altyapı projelerinin çoğunu yine Türkiye Cumhuriyeti sağlamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin destekleri dışında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ekonomisi hizmet sektörüne dayanmaktadır ve yatırımlar turizm alanında yoğunlaşmaktadır. 2012 yılından itibaren turizmden sağlanan gelir 700 milyon Amerikan Doları şeklindedir. 2012’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gelen 1 milyon 166 bin turistin yaklaşık yüzde 80’ini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları oluşturmaktadır. Evet. Görünen tabloda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ekonomik açıdan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağımlı bir haldedir. Fakat bu “Türkiye’ye yönelik ekonomik bağımlılığın azaltılması gerek” gibi sığ bir açıklama yapacak kadar sığ ve yüzeysel bir mesele değildir. Zira Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti; Avrupa Birliği’ne ‘de facto’, yani fiilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bulunan Girne, Gazi Mağusa ve Gemikonağı limanlarının “kapalı ve yasak limanlar” (banned/restricted/prohibited) olduğunu bildirmiştir. Bu karar, aynı zamanda bir uluslararası hukuk kararı gibi kullanılıp BM ve AB kararı olduğu iddiası da eklenerek, tüm dünya devletlerine; söz konusu Girne, Gazi Mağusa ve Gemikonağı limanlarına giriş yapan gemilerin bayrak sicillerine, denizcilik sektörünün büyük oyuncuları olan klas kuruluşlarına, sigorta ve denetim şirketlerine bildirilmiştir. Avrupa Birliği ise “KKTC’ye resmi bir ambargomuz yok, ambargo listemizde böyle bir husus yok” diyerek kendince politik bir manevra yapmaya çalışmaktadır. Fakat bilinen şu ki, Avrupa Birliği tüm Kıbrıs adasını ‘de jure’, yani hukuki olarak Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımaktadır ve bu kaideyle Kıbrıs Cumhuriyeti’ni AB üyesi yapmıştır. Dolaysıyla Avrupa Birliği, ‘de facto’, yani fiili bir devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımamaktadır. Tanımadığı için, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin söz konusu üç limanını kapalı ve yasak limanlar olarak ilan ettiğini Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendi limanlarıymış gibi kabul edip, aslında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gayr-ı resmi bir ambargo uygulamaktadır. Türkiye; Avrupa Birliği ile Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin tabiri caizse tüm bu hilekar dalaverelerini hükümsüz kılmak için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne karşılıksız ekonomik desteklerde bulunuyor ve KKTC ticaretini kendi üzerinden dünyaya yaymaktadır. Bu gerçekleri anlatmadan “Türkiye’ye yönelik ekonomik bağlılığımızı azaltmalıyız” ifadelerini kullanmak da esasında zarar verici ve Akıncı’nın galiba mevcut durumdan haberdar olmadığının bir göstergesidir. Bir devlet bazen ekonomik anlamda başka bir devlete bağımlı hale gelebilir ve bu durumdan şikayetçi olup ithalatını birden fazla devletlere, sırf söz konusu bir devlete bağımlı hale gelmemek için, yayabilir. Bunu biz AB üye ülkelerinin Rusya’dan aldıkları doğal gaz örneğinde de görebiliyoruz. AB üye ülkeleri, Rusya’ya enerji bakımından bağımlı halde olduklarından şikayetçiler. AB üye ülkelerinin bu şikayetlerini normal karşılamak gerek. Bundan dolayı Rusya’ya karşı bağımlılığı azaltmak için Doğu Akdeniz’deki yeni keşfedilmiş enerji potansiyeline yöneldiler. Fakat KKTC’nin durumu, yukarıdaki izahımıza göre, normal ekonomik bağımlılık durumlarından farklıdır ve ambargolar yüzünden bir istisna teşkil etmektedir.

Akıncı’nın “İkinci Tayfur Sökmen olmayacağım” Açıklaması

Hatay Devleti’nin 1939’da referandumla Türkiye’ye bağlanmasını kabul eden Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’e atıf yapan KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı, “İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım” dedi.

Akıncı’nın Türkiye’yi, KKTC’yi vilayet haline getirmeye çalışmakla suçlamaya çalıştığı açıklamaları kabul edilemeyen cinstendir. Bunun için bu açıklamaya da, kısa ve tarih perspektifli bir cevap gerekmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesi’ni imzalamıştır. Bu müzakere sonrası Suriye ve Lübnan bölgesi, Fransa tarafından işgal edilmiştir. 20 Ekim 1921 yılında, Türkiye’nin Fransa ile imzaladığı Ankara Anlaşması ile birlikte nüfusunun çoğunluğu Türklerden müteşekkil olan Hatay özerk bir hüviyete erişti ve Fransa yönetimindeki Suriye sınırları içeresinde kalmıştır. Fakat 1935 yılına gelindiğinde, Fransa bölgeden çekilerek tüm haklarını Suriye’ye bırakmıştır, Hatay dahil. Atatürk önderliğindeki Türkiye bu gelişmeyi 1921 yılında imzalanmış olan Ankara Antlaşması’nın ihlali olarak ilan etmiştir ve Atatürk, Fransızların bölgeden çekilmelerini fırsat bilerek Türk ordusu Hatay sınırına sevk etmiştir. Bölgede az da olsa Fransız askerleri bulunmaktaydı. Atatürk’ün bu askeri hamlesi Fransa’yı tedirgin etmiştir ve Hatay konulu diplomatik masada Türkiye’nin Fransa ile eşit dereceli olmasını sağlamıştır. Yapılan anlaşma neticesinde Hatay’ın toprak bütünlüğü ve siyasi statüsünün ortak şekilde korunmasına karar verilmiştir. Böylece 5 Temmuz 1938’de Türk askeri Hatay’a girmiştir. 24 Ağustos 1938’te seçimlere gidildi ve seçimler sonucunda 2 Eylül 1938’de meclis şekillenerek Tayfur Sökmen’in cumhurbaşkanlığında Hatay Cumhuriyeti kurulmuştur. 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi sonucu Fransa, Suriye’deki tüm askerlerini geri çekmiştir. Emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak için harekete geçen Tayfur Sökmen, Atatürk’ün hayali olan bir olaya imza atmıştır. 29 Haziran 1939’da oybirliğiyle Hatay’ın, Türkiye’ye katılması kararlaştırılmıştır.

Görüldüğü üzere Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması, tamamen demokratik ilkelerle gerçekleşmiştir. Üstelik bu olay, tamamen Atatürk’ün hususi istekleri doğrultusunda gelişmiştir. Fakat Akıncı’nın “ikinci Tayfur Sökmen olmayacağım” açıklaması o kadar saçma bir açıklama ki, Türkiye’yi Kıbrıs topraklarında gözü olan emperyalist ve işgalci bir devlet görünümüne sokmaktan başka bir işe yaramamıştır. Türkiye’nin 1974 yılında gerçekleştirdiği Kıbrıs Harekatı, adadaki Kıbrıslı Türklerin korumalarına ve Rum çetelerinden korumaya yönelikti. O tarihten sonra her hangi bir Hatay usulü Türkiye’ye bağlanma meselesi Türkiye’nin gündemine hiç gelmemiştir. Bu açıklamayı yapmak; ya art niyetten kaynaklıdır, ki yaklaşan seçimlere yönelik iç politik nedenleri kastetmek gerek ya da tamamen Akıncı’nın bilgisizliği ve olaylara ulan uzaklığından dolayı yapılmıştır.

Akıncı’nın “Kırım benzeri bir ilhak senaryosu korkunç” Açıklaması

“Evet, Kırım benzeri bir ilhak senaryosunun korkunç olduğunu ve bunun Kıbrıs Türklerinin olduğu gibi, Türkiye’nin de yararına bir gelişme olmayacağını belirttim. KKTC’yi asıl ortadan kaldıracak senaryo da budur. Sözlerimin de arkasındayım.”

Çarlık Rusya ve Sovyetler Birliği topraklarının içinde olan Kırım Yarımadası, 1954 yılında SSCB başkanı Kruşçev tarafından Sovyetler Birliği’nin en büyük ve kurucu cumhuriyeti Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nden Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır. 1991 yılında yapılan referandum ile ‘özerk cumhuriyet’ statüsünü almıştır ve Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra da Ukrayna’ya bağlı özerk yapı olarak varlığını sürdürmüştür. SSCB’nin dağılmasından sonra SSCB’nin ardılı olan Rusya Federasyonu, Kırım üzerinden hak iddiasında bulunmuştur ve yıllarca bu hak iddiasını sürdürmüştür. Ukrayna’nın 2013 yılındaki halk ayaklanması adeta bir iç savaş tetiklemiş ve Doğu Ukrayna Savaşı’nı başlatmıştır. Bu durumdan istifade ederek, hali hazırda Kırım üzerinde hak iddiasında bulunan Rusya, 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmiştir.

Rusya’nın Kırım’a yönelik askeri harekatı tamamen bir ilhak içindi. Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik askeri harekatı ise tamamen adadaki Kıbrıslı Türklerin güvenliği ve adanın istikrarını koruyarak barışı tesis etmek içindi. Gerçekleşmesi mümkün olmayan ve ayrıca kimsenin gündeminde de bulunmayan bir konuya değinmek irrasyonel ve mantık dışı bir durumdur. Böyle bir soru muhabir tarafından sorulsa bile, Akıncı’nın “bu kimsenin gündeminde değil, yine de korkunç olurdu” diye belirteceği bir ortamda spekülasyonlara ve Türkiye’yi zan altında bırakacak açıklamalarda bulunması art niyetli bir yaklaşım olarak yorumlanması gerekiyor.

Sonuç

Eğer bu açıklamalar Akıncı’nın şahsi görüşlerini yansıtan açıklamalar ise, bunun yanlış olduğunu her ortamda ve her fırsatta dile getirilmesi gerekmektedir. Yok sırf seçimlerde belirli kesimlerin oylarına talip siyasetçinin klasik seçim öncesi açıklamalarıysa o zaman bunun yine Akıncı tarafından seçim sonrası düzeltilmesi gerekiyor. Seçimleri kazansa da kazanmasa da. Sonuç itibariyle bunca karşılıksız yardımlarda bulunan bir ülkeyi, sırf siyasi saikler uğruna zan altında bırakmak ahlaken doğru bir davranış değildir.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

1 Yorum Var

  1. Ben bu yazıdan şunu anladım bir toplumu hiçe sayarak kaleme alınmış içi boş bir yazı gerçekleri yansıtmıyor tavsiyemdir bu konuları iyi araştırıp kaleme alınız Kuzey Kıbrısın kurucu cumhur başkanı Denktaş Akıncıdan önce bunları söylemişti ilhaka karşıydı Akıncının düşüncesi yada fikri değil bu kıbrıs türkünün gerçeğidir.

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz